Divan şiirinde tedâvî yöntemleri


Şâirlerimiz bazı kocakarı ilâçlarını, halk hekimliğini de mazmûnlarına mevzu yapmışlardır.

Gülsuyu: Sarhoşluktan ayılanların baş ağrılarını kesermiş:

Bûy-ı gül hatt-ı rutûbet birle mânend-i gülâb
Dâfi’-i derd-i ser-i ehl-i humâr olmaktadır

Râşit

Yürek çarpıntısında, asabî hallerde çiçek suyu, gülsuyu içirirler.

Dil ruh-ı hoygerdeni bûs eyledikçe cân bulur
Çünkü gül-âbla eder her hasta def’-i ihtilâc

Beğlerbeğili Hilmî

Mânâ: Terlemiş yanağını öptükçe gönül can bulur; çünkü titremeyi, yürek çarpıntısını her hasta gül suyu ile def eder.

Sirke engübin, sikencübin: Sirke ile baldan yapılan ekşi şerbet. Safrâyı söndürmekte işe yararmış; harareti kesermiş:

Verirdi hükmünü safrâ-yı kibr-i nahvetyân
Sikencübîn-i mücâzât olmasaydı müzil

Nazîm

Mânâ: Mücazat sirke-engübîni mahmûrluğu giderici olmasaydı şarap ululuk satanların safrâsı hükmünü verirdi.

Mürekkeble tedâvi: Vücutta bir yer yanacak olursa oraya bezir isinden yapılmış siyah mürekkeb sürerler, Çocukluğumda bana da bu tedâvî tatbik edilmiş ve mürekkeb sürülür sürülmez sancı kesilmişti:

Teskîn-i sûz-ı hicr edelim arzıhâlle
Mu’tâddır ilâc mürekkeble harkına

Nâbî

Mânâ: Vücut yanığına onultmak için mürekkeb sürmek âdettir. Onun için biz de ayrılık yanığının ıztırâbını durdurmak için yâre arzıhâl edelim.

Bu tedâvî mürekkebte bezir yağı olduğu içindir. Çünkü yanıklara mutlaka bir yağ sürülerek yumuşak tutulur.

El-kırmız: Kızıl boya veya inde’l-ba’z bir küçürek böcek usaresidir ki anınla kızıl boyarlar.” [Ahterî]

“Avâm kırbız derler; boyacılar istimal ederler. Kırmızı boyası müteâriftir. Evrâk-ı eşcâr üzre, husûsâ çidar dedikleri şecer-i hindî üzerinde tekevvün eder, gayet kırmızı ve nohut kadar ve müstedir ve kerîhü’r-râyiha bir böcektir ki lisanımızda levn-i ahmere kırmızı tâbiri mezbûr kırmıza nisbetledir. Bu hayvan bizim diyarlarda dahi mütekevvin olur. Sıcak suda haşlayıp öldürürler. Bir cüz’ü on cüz’ iplik boyadır”; “bir nev’i habbeye de kırmız ve Türkiyye’de kırbız tohumu derler. Anınla da yine iplik boyarlar. Lâkin rengi evvelkine uymaz.” “Kırmızın mahmûma ta’lîkı müfiddir.” [Burhân-ı Kâtı’)

Hummâ illetine tutulanların harâreti yükseleceği, hasta baygın ve dermansız düşeceği, hezeyanda bulunacağı için kırmızın vücuda asılmasından ne faide umulduğu anlaşılamamıştır. Şu beyitten ferahlık verdiği hissolunuyor :

Kırmız kadar neşât verir câri-i hastaya
Tefrîh-i tab’a belki lebinden ilâc olur

Rahmî

Şu beyitten de harâreti kestiği anlaşılıyor:

Harâret-i gam-ı aşkın devâsı la’lündür
Tabîbim eyle bu mahmûrına kırmız ile ilâc

Halîm Giray

Mânâ: Sevgilim! Senin aşkının gam harâretini giderecek deva kırmızı dudaklarındır. Ey tabibim bu hummâlıya kırmız ilâcı yap.

Kırmız ilâcı meşhurdur. Muhterem Suud Yavsı şunları bildirmişlerdir: “Kırmız: Hummâya tutulanlara eski zamanlarda içirilen ve şuruba benzeyen bir nev’i mâyidir ki içirilir ve çokça terleterek hastayı tahlis ederlerdi.

Saray kırmızı:

Eski adamlar beyninde şâfî bir devâ almak üzere zebân-zed idi. Kadîmen enderunda ıhzâr olunurken muahharan merhum Âdile Sultân sarayında istihzâr olunmağa başlanmış ve hayatında vakıf olarak isteyenlere verilegelmiştir. Kısm-ı küllisi kırmız olmak üzere bir hayli baharattan mürekkeb olduğu söylenirdi. İki şekilde yapılırmış: Güneşte galeyân etmiş nev’i müşemmes denilen hummâya, ateşte kaynatılan nev’i soğuktan mütevellid hummâya şâfi imiş. “Terkibinde fazla miktarda ak anber bulunduğu için herkesçe tedariki mümkün olamaz. Bana bile içirildiğini, gelen ter neticesi kurtulduğumu hatırlıyorum.” “Kırmız denilen lokum şeklindeki nebâttan kadîmen başka ilâçlar da yapıldığı eski tıp kitaplarında mündericdir. Vaktiyle la’l mürekkeb dediğimiz kırmızı mürekkeb de Bâyezid civarında mevcud olan mücellid ve müzehhibler tarafından kırmız ve zamk ile dükkânlarında imal edilirdi. Kırmızı rengin sebeb-i tesmiyesi o rengin kırmıza müşâbeheti dolayısıyla olsa gerek.” [Suud Yavsı, Mektup]

Şekerle tedâvî:

Keser kanım ol leb-i cân-fezâ
Olur çeşm-i malûle şekker devâ

Nev’îzâde Atâî

İlâç ve mâcunlara katıldığı için şekere ebûş-şifâ denildiğini Nuhbe-i Vehbî yazıyor (123).

Badem yağıyla tedâvî:

Olmaya çün kâbil-i sıhhat-mizâc
Rûgan-ı bâdâm yübûset verir
Tâli’ bir küşteye idbâr için
Âhir ikbâl i nühûset verir

Lâedrî

Kâfûrla tedâvî: “Kâfûr: Bilâd-ı Hind’de Serendib tarafından bir ağacın zamkıdır. Kâfurun samîminin koklanması baş ağrısını giderir. Yenirse şehveti kesermiş ve akan kanı durdururmuş. [Burhân-ı Kâtı’]

Görünce gerdenini hûn-feşân olurum
Eğerçi mâni’-i demdir tabîat-i kâfûr

Lâedrî

Kâfurdan tatlı merhem de yapıldığı anlaşılıyor:

Değil elmâstan zahm-ı dil-i bî-çâre âzürde
Olur mu merhem-i kâfûrdan hiç yâre âzürde

Fehîm-i Kadîm

Kimlerin sînesine merhem-i kâfûr oldu

Nedim

Leb-i cân-bahşı gibi hastaya bir em mi olur
Ten-i kâfûru gibi dâğına merhem mi olur

Râgıb Paşa

Sütle tedâvî: Zehirlenmiş kimseye süt iç irilirse çabuk kurtulur. Yumurtanın beyazı da bu vazifeyi görür.

Kinâr-ı dâye-i gerdûnda ol tıfl-ı yetîmim ki
Mükerrer zehr nûş ettirmeyince şîr vermezler

Agâh

Mânâ: Ben dünya sütanasının kucağındaki o yetimim ki üstüste ağu içirmeyince süt vermezler.

Kan almak:

Fasl-ı nîsânda fasd u lînet
Oldu mûcib-i hıfz-ı sıhhat

Nâbî

Mânâ: Nisan ayında kan aldırmak, müshil almak sıhhati korumak için lâzımdır.

Fasd edersen eğer ey rûh-ı revân
Elli dirhem kadar etsin cereyân

Nâbî

Tûtyâ ile tedâvî:

Tûtyâ göz hastalıklarına karşı kullanılır:

Gubâr-ı meykedeyi tûtyâ bilirse nola
Gözü o kapıda açıldı rind-i mey-hârın

Cem’î

Örümcek ağı: Vücutta bir yer kesilince kanı durdurmak için örümcek ağı korlar. Bu ağlar evlerin, ahırların tavan köşelerinde bulunduğu için mikrop yuvası halindedirler. Ekseriya tetanoz mikrobu bu ağlardan geçer:

Ciğerde durmaz akar hûn-ı zahm-ı tîr-i nigâr
Örümcek ağıdır üstünde sanki cism-i nizâr

Nevres

Pülüskünle tedavi: Pülüskün, çoban süzeği denilen nebattır. Arapçası mıskâtu’r-ruâd, Farsçası pilişkidir. “İnde’l-etıbbâ malûm edviyedendir. Usaresini ağulu hayvan soktuğu yere tamzırsalar defeder. Domuz yağıyla yeret tılâ eyleseler gayet nâfi’dir ve tahlil eyler. Sair menâfi’i tıp kitaplarında mezkûrdur. ” [Lehçetu’l-Lûgat, 367]

Iztırâb-ı vec’a-ı firkate bür’ü’s-sâa
Nev-demîde hatını tâze pülüskün görürüz

Hızırağazâde Saîd

Nevdemîde: Yeni yetişmiş, turfanda demektir.

Nilüferle tedâvî: Nilüfer durgun sularda yetişen bir çiçektir. Güneş doğarken açar, batarken kapanır. Türkçede lüfer çiçeği derler:

Müdâvât-ı dil-i mahrûra bür’ü’s-sâadır elhak
Zülâl-i la’l-i hatt-âverdi nilüfer midir bilmem

Nedim

Mânâ: Sevgilinin henüz terlemiş ayva tüyleri altındaki dudağı ateşli bir kalbin tedâvîsi için ânî tesir gösteren nilüfer midir bilmem.

Şâir dudağın zülâlini nilüfer yetiştiren suya teşbih ve bu suyun ateşle yanan bir kalb için ânî tesirli bir ilâç olduğunu iddia ediyor. Nîlûfer suda yetişip çürüdüğünden tabiatinde fazla bürûdet bulunması ve bu bürûdet tesiriyle kalb harâretini teskin eylemesi mümkündür.

Nîlûfer şarabı: Çiçek çıkarmlara nîlûfer şarabı verirlermiş.

Nihâl-i tâze-i gülşen çiçek çıkardı meğer
Tabîb-i cûy içirdi şarâb-ı nîlûfer

Mütfü Yahyâ

Mânâ: Gül bahçesinde taze fidanlar çiçek açtılar. Galiba su hekimi nîlûfer şarabı içirdi, Beyitte çiçek hastalığına ihâm vardır.

Râziyâne iple tedâvî: Halkın rezene dediği yabanî dereotudur. Anyon denilen nebâta râziyâne-i Rûmî derler, Burhân-ı Kâti'a göre güneş hamel burcuna geldiği Nevruz gününden Seretân burcuna girdiği dokuz haziran gününe kadar şekerle karışık râziyâne yenirse hastalık ve illet ârız olmazmış.

Gönül şifâ vü maraz kimden olduğun bilmez
Ne hindibâ taleb eyler, ne râziyâne arar

Hâmî

Nar şerbeti ile tedâvî: Hummâ, sıtma gibi ateşli hastalıklarda, nar şerbeti verilirmiş:

İlâcı şerbet-i rümmân-ı la’l-i dilberdir
Ne dem ki hasta-i hicrânı teb-melâl tutar

Nazîm

Mânâ: Ne zaman ki hicrân (ayrılık) hastasını melâl sıtması tutar; onun ilâcı dilberin lal renkli dudağı narının şerbetidir.

Şarapla tedâvî: Fazla işret edenler mahmûrluk sökmek, midelerinin ıztırâbını gidermek için tekrar içerler:

Çeşmin marîzi oldu gönül la’line yetir
Renc-i humâra düştü devâdır şarâb ana

Fuzûlî

Mânâ: Gönül dudağına baka baka göz hastası oldu, yatıyor. O humar ıztırâbı çekiyor; devası şaraptır.

Kaynak: Onay, Ahmet Talat (2009). Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü -Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı-. İstanbul: H Yayınları

Yorumlar