Su Kasîdesi [Fuzûlî]

Takdim: Eski edebiyatımız Hz. Peygamber için yazılmış binlerce beyit ve müstakil eserle süslüdür. Bu edebiyatın önemli bir kısmında güzel deyince, dilber deyince, sevgili deyince neredeyse hep ilk akla gelen odur. Asr-i Saadet'te Hassan bin Sabit ve Ka'b ibni Züheyr'in kasidelerinden başlamak üzere Arap, İran ve Türk edebiyatlarında onun için nazmedilen bütün eserlerde ona duyulan özlem ve aşk dile getirilmiştir. Türk edebiyatındaki naatler arasında onu "suyun hararetle aradığı, kapısına ulaşmaya çalıştığı sevgili" olarak tasvir eden bir tanesi vardır ki asırlar boyunca zevkle okunmuş ve hâlâ da okunmaktadır. Kasidelerin 'nesîb' yahut 'teşbîb' denen başlangıç bölümlerinde, şairlerin gerek şiir sanatındaki kudretlerini göstermek, gerekse methedecekleri şahsın övgüsüne güçlü ve etkili bir üslûpla başlamaya zemin hazırlamak üzere bir tabiat yahut güzel tasviri ile başlamaları edebî bir gelenektir. Ancak bizim edebiyatımızda pek çok örneği görüldüğü üz...

AHLÂT-I ERBAA


"Dört hılt" demektir.

Hılt: Bir şeye karışmış olan nesne mânâsınadır.

Ahlât-ı erbaa: İnsanın bedeninde varlığı farzolunan dört unsur ki safrâ, sevdâ, dem, balgamdan ibaret seyyâlât-i erbaadır.

1- Safrâ: Sarı renk. Tıbba göre karaciğere merbût olan öd kesesi içindeki yeşile mail sarı ve acı suya denilir. Safravî: Mizacında yalnız safrâ galip olan. Safralı: Başı dönen, gözü kararan.

2- Dem: Kan demektir. Demevî: Kanı çok, çok kanlı, kanı diğer ahlâtına galip olan.

3- Balgam: Bir illet sebebiyle boğazda hâsıl olan koyu cerâhat gibi pisliğe denir. Balgamî: Mizacında, balgam hıltı galip olan.

4- Sevdâ: Arzû, tamâ', hırs ve aşk gibi haller ve hastalıklar. "Bir illet ki insana arız oldukta pek gamnâk ve mükedder olur ve şiddet üzre olur ise bazen kendisini telef eder." Bu derecesi lisânımızda kara sevdâ dediğimizdir. Sevdâvî: Mizacında sevdâ galip olan.


"Emrâz-ı cismâniye: Ahlât dedikleri dem, balgam, safrâ ve sevdânın birbirinde intikâs ve izdiyâd veya keyfiyât-ı müteaffinesinden hasıl olur." [Sarı Abdullah, Mesnevi Şerhi, I, 208]

Yani "Hastalık: İnsan vücudunda uzvî vazifelerden, yani ahlât-ı erbaadan birinin diğeri üzerine galebesinden hâsıl olan keyfiyettir."

Mizâc: Bedenin sıhhat bakımından sâlim olması, ahlât-ı erbaanın kâfi miktarda mütevâzin bir hâlde bulunması demektir. Bunlardan birisi fazlalaşırsa hastalık husûle gelir. Demevî mizâç, sevdâvî mizâç denir.

Ahlât-ı erbaanın eski tıptaki ve tıbba istinâd eden ilimlerdeki mevkii çok mühimdir. Hele edebiyatta dikkati çekecek mâhiyettedir. Şâirlerimiz bu hıltlardan her birini mazmunlarının icâbına göre kullanmışlardır.

Yirminci asrın ihtidalarına kadar psikoloji ve pedagoji ilimlerinde ahlât-ı erbaanın yeri çok mühimdi. Tabâbette, hastalığın teşhisi ve tedâvîsi bahsinde ise en evvel göz önünde tutulurdu. [Bak.: Kable'n-nazc Buhrânı]

Hamdü lillâh ki mizâcında veliyy-i niâmın

İ'tidâl oldu bedîdâr u tagayyür nâbûd

Sünbülzâde Vehbî

Şâir, "Elhamdülillah! Velinimetin hastalığını mûcip olan ahlât muvazenesizliği kalmadı. Şimdi bütün hıltlarda itidâl baş gösterdi. Bu yüzden hasta iyi oldu." diyor.

Yorumlar