Sık boğaz itdi basup şahne-i şehr-i ramazân
[Yârân yevm-i şek sohbetine şîre sıkarken şahne-i şehr-i ramazân basup sık boğaz itdi.]
1. Dostlar şek günü sohbeti için şıra sıkarken ramazan ayı zaptiyesi [onları] basıp sık boğaz etti.
2. Kaldurur keffe-i mîzânını nâr-i şeytân
İhtisâb emrine bed’ itdi mübârek ramazân
[mübârek ramazân ihtisâb emrine bed’ itdi. Nâr-ı şeytân keffe-i mîzânını kaldurur.]
2. Mübarek ramazan zaptiyelik işine başlayınca, şeytanın ateşi terazisinin kefesini kaldırır.
3. Çilleye vesvesesiz girdi kapandı zâhid
Habs olur tâ ramazân âhir olınca şeytân
[Zâhid vesvesesizçilleye girdi kapandı. Tâ ramazân âhir olınca şeytân habs olur.]
3. Zahit vesvesesiz çileye girip kapandı. [Bu tabiidir çünkü] ramazan bitinceye kadar şeytan hapsedilir.
4. Dehen ü destini meyhâre yudı sahbâdan
Kûze-i bâdeyi ibrîk-i vuzû' itdi hemân
[Meyhâre dehen ü destini sahbâdan yudı. Hemân Kûze-i bâdeyi ibrîk-i vuzû' itdi.]
4. Şarap içen kimse ağzını ve elini şaraptan temizledi, derhâl şarap sürahisini abdest ibriği eyledi.
5. Döndi bahtı gibi levni yine 'ayyâşlarun
Şimdi tevhîde giren şeyhleründür devrân
['Ayyâşlarun yine bahtı gibi levni döndi. Şimdi devrân tevhîde giren şeyhleründür.]
5. Ayyaşların yine talihleri gibi renkleri de değişti. Şimdi zaman tevhide giren şeyhlerin zamanıdır.
6. Âteş-i hardal-i teşnî'i virüp rind-i meyün
İçdügi bâdeyi burnından iderler rîzân
[Âteş-i hardal-i teşnî'i virüp rind-i meyün içdügi bâdeyi burnından rîzân iderler.]
6. Ayıplama hardalının ateşini verip şarapçı rindin içtiği badeyi burnundan getirirler.
7. Yılduzı düşdi siyeh-kâre-i mînâ-nûşun
Sanma kandil uçurur kayyım-ı seyyâre-feşân
[Kayyım-ı seyyâre-feşân kandil uçurur sanma. Siyeh-kâre-i mînâ-nûşun yılduzı düşdi.]
7. Seyyareler saçan kayyımın kandil uçurduğunu zannetme. Sırça kadeh [ten şarap] içen günahkârın yıldızı düşmüştür.
8. Alınur mı ramazân sofilerinden Mushâf
Rahlenün nevbetini beklemeyince insân
[İnsân rahlenün nevbetini beklemeyince ramazân sofilerinden mushâf alınur mı?]
8. İnsan rahle sırasını beklemedikçe ramazan sofularından Mushaf alınır mı?
9. İtdi mâhiyye berât-i hasenâtı tezhîb
Sıganup girdi zerefşânluga kandîlciyân
[Kandîlciyân sıganup zerefşânluga girdi. mâhiyye berât-i hasenâtı tezhîb itdi.]
9. Kandilciler kollarını sıvayıp zerefşanlığa giriştiler. Mahya [âdeta] iyilikler belgesini altınla süsledi.
10 . Kubbe kandilleridür dâire-i halkârî
Zû'-i kâşâne-i tâ'ate zer-endûde tavân
[Dâire-i halkârî kubbe kandilleridür. Zer-endûde tavân Zû'-i kâşâne-i tâ'ate]
10. Kubbe kandilleri halkârî dairedir. Altın işlemeli tavan ibâdet kâşânesinin aydınlanması içindir.
11. Oldı her câmi'-i zîbende birer hırmen-i nûr
Silme mikyâli kanâdîl-i zücâc-i rahşân
[Her câmi'-i zîbende birer hırmen-i nûr oldı. Silme mikyâli kanâdîl-i zücâc-i rahşân]
11. Her hoş görünüşlü cami birer nur harmanı oldu. [O nur harmanının] silme [dolu] mikyali parlak cam kandillerdir.
12. Kalb-i mü’min gibi mescid mütesellî ma’mûr
Dil-i fâsık gibi meyhâne harâb u vîrân
[Mescid kalb-i mü’min gibi mütesellî ma’mûr, meyhâne dil-i fâsık gibi harâb u vîrân]
12. Mescit müminin kalbi gibi teselli bulmuş ve mamur; meyhane [ise] günahkâr kalbi gibi harap ve metruk.
13. Donanup âl akîdeyle şeker tablaları
İtdi her gûşe-i İstanbulı sûk-i Mercân
[Şeker tablaları âl akîdeyle donanup her gûşe-i İstanbulı sûk-i Mercân itdi.]
13. Şeker tablaları kırmızı akide [şekerleri] ile süslenip İstanbul’un her köşesini Mercan çarşısı etti.
14. Cân virür râhat-i hulkûma esîr-i helvâ
Gelse efsürdegî-i savm ile hulkûmına cân
[Esîr-i helvâ efsürdegî-i savm ile cân hulkûmına gelse râhat-i hulkûma cân virür.]
14. Helva düşkünü oruç donukluğu ile canı boğazına gelse, lokum için can verir.
15. Biri rindün mütevazzâda kamış helvâsın
Şâh-ı misvâka bedel eyledi idhâl-i dehân
[Rindün biri mütevazzâda kamış helvâsın şâh-ı misvâka bedel idhâl-i dehân eyledi.]
15. Rindin biri abdest yerinde şeker kamışını misvak dalı yerine ağzına soktu.
16. Elde işkenbe fenâr arkada zenbîl-i sahûr
Gice faslında şikem-hâreleründür seyrân
[Seyrân; elde işkenbe fenâr arkada zenbîl-i sahûr, gice faslında şikem-hâreleründür ]
16. Seyran, elde işkembeden [mamul] fener, arkada sahur zembili, gece faslında [gezen] oburlarındır.
17. Vakt-i imsâkdeki micmere-i 'anberden
Hoşdur âlüfteye iftârda bir lûle dühân
[Âlüfteye iftârda bir lûle dühân, vakt-i imsâkdeki micmere-i 'anberden hoşdur.]
17. Tiryakiye iftarda bir lüle tütün, imsak vaktindeki amber [tüten] buhurdanlıktan daha hoş gelir.
18. Kadeh-i rıtl-i girân mertebesi neş’e virür
Kahve-âşâme ağır kahve ile bir fincân
[Kahve-âşâme ağır kahve ile bir fincân, kadeh-i rıtl-i girân mertebesi neş’e virür.]
18. Kahve düşkününe okkalı kahve ile bir fincan, ağzına kadar dolu büyük şarap kadehi kadar neşe verir.
19. Her makâm üstine iftârda tercîh olınur
Nagme-i nerm ile âheng-i dügâh-ı dendân
[İftârda nagme-i nerm ile âheng-i dügâh-ı dendân her makâm üstine tercîh olınur.]
19. İftarda yumuşak bir nağme ile dişlerin [çıkardığı] dügâh ahengi, her makam üzerine tercih olunur.
20. Bu da bu şehr-i 'azîmün berekâtındandur
Fukarâsında da ârâste hân-i elvân
[Fukarâsında da hân-i elvân ârâste. Bu da bu şehr-i 'azîmün berekâtındandur.]
20. Fakirlerinde de renkli [türlü yiyecekler bulunan] sofralar bezenmiş. Bu da bu büyük ayın bereketlerindendir.
21. Matbah-i rûzeyi miftâh-i 'akîdeyle açar
Feth-i rûzîye bakan ağzı mühürlü yârân
Nasibin açılmasını bekleyen ağzı mühürlü dostlar, oruç mutfağını akide anahtarı ile açar.
22. Bu kadar şevket-i İslâmı görüp şem’-i künişt
İtmede mescide îmân getürüp ref‘-i benân
Havra mumu İslâm’ın bu kadar şevketini görünce, mescide iman getirerek parmağını kaldırmakta.
23. Her menâr oldı birer şâtır-i zerrîne-kemer
Sadr-i a'zamla ola tâ ki terâvîhe revân
Her minare sadrazamla teravihe yürümek için altın kemerli bir şatır oldu.
24. Kıble-i kubbe-nişînân Mehemmed Paşa
Leyletü’l-Kadr-i kerem 'ıyd-i sabâh-i ihsân
Kubbe vezirlerinin kıblesi, keremin kadir gecesi, ihsanın bayram sabahı Mehmed Paşa.
25. 'Ahdinün bir günidür mevsim-i 'ıyd-i ekber
Güninün her gicesidür şeb-i kadr-i ramazân
Senin zamanının bir günü en büyük bayram mevsimi, gününün her gecesi ramazanın kadir gecesidir.
26. Âb-i in'âmı hayât-i 'ulemâ-yı a'lâm
Bâb-ı ikrâmı medâr-i vüzerâ-yı zîşân
İyiliğinin suyu büyük bilginlerin hayatı, cömertliğinin kapısı, şanlı vezirlerin çevresinde döndükleri yerdir.
27. Şîve-i şâhid-i ihsânına dünyâ meftûn
Rütbe-i dâniş ü irfânına 'âlem hayrân
İyiliğinin güzelinin edasına dünya tutkun. Bilgi ve irfanının derecesine âlem hayran.
28. Lütfü ikbâli ile hüsn-i teveccühleridür
Kıbleden kendüye mihrâbı iden rû-gerdân
Mihrabı kıbleden kendisine yüz çevirten, onun iyilikleri ile insana güzel teveccüh edişidir.
29. Şeref-i cûdda Hâtem gibi ma'rûf-ı enâm
Hüner-i tîrde Rüstem gibi meşhûr-i cihân
Cömertlik şerefi bakımından Hâtem-i Tâî gibi herkesçe tanınmış, Ok [atma] maharetinde Rüstem gibi dünya meşhuru.
30. Vardı bir menzile kim Toz Koparan merhûmun
Şöhret-i nâmını basdurdı gubâr-i nisyân
[Okçulukta] öyle bir mertebeye vardı ki merhum Toz Koparan’ın adının şöhretini unutulma tozu bastırdı.
31. Çeşm-i hışm ile nigâh itse eğer mercâna
Kehrübâ gibi olur haste-i renc-i yerekân
Eğer mercana öfke nazarıyla baksa [mercan], kehribar gibi sarılık derdinin hastası olur.
32. Kehrübâya nigeh-i 'âtıfet itse ammâ
Benzinün kanı gelüp kesb ide reng-i mercân
Fakat kehribara lütuf nazarıyla baksa, benzinin kanı gelip derhâl mercan rengi kazanır.
33. Genc-i Husrev kef-i cûdında bir avuç mankır
Tâc-i Cem dîde-i kadrinde külâh-i fincân
Hüsrev’in hâzinesi onun cömert elinde bir avuç mangır; Cem’in tacı alıcı gözüyle [baktığında] ona bir fincan külâhı.
34. Hân-i lutfından alur kâse-i hasret vâye
Havz-i cûdında olur kûze-i hâcet mel’ân
Hasret kâsesi onun lütfunun sofrasından nasip alır. İhtiyaç testisi onun cömertliğinin havuzunda dolar.
33. Şâ'ire hüsn-i teveccühleri in'âma delîl
Lutf-i mazmûna tebessümleri ihsâna nişân
Şaire güzellikle teveccüh göstermeleri onun nimet bağışlamasına delil, güzel manalara tebessümleri ihsanına işarettir.
36. Hoş kumâş-i suheni zîver-i bâzâr idelüm
Hiç söz satmağa girmez ele bir böyle zemân
Güzel söz kumaşını pazar süsü edelim. Söz satmak için böyle bir zaman [bir daha] ele geçmez.
37. Pâdişeh fâzıl ü ehl-i dil ü mazmûn-şinâs
Vüzerâ kâmil ü sâhib-hüner ü nâdiredân
Padişah fazilet sahibi, gönül ehli ve mazmundan anlar, vezirler olgun, hüner sahibi ve bilgili.
38. Ne zemân görse gerek hayr-i metâ'-i suheni
Bu revâyicde iden kizb ile da'vâ-yı ziyân
Bu rayiçlerde yalan olarak ziyan ettiğini öne süren [bir şair] söz malının hayrını acaba ne zaman görecektir?
39. Böyle bâzârda da eylemeyen istiftâh
Ne zemân açsa gerek sûk-i me'ânîde dükân
Böyle bir pazarda siftah eyleyemeyen [bir şair] mana pazarında ne zaman dükkân açabilecektir?
40. Dîde-i bahtı açıldı yine erbâb-i dillin
Eyledi kevkeb-i dürrî gibi çeşmi leme'ân
Yine gönül erbabının talihinin gözü açıldı. Gözü Kevkeb-i Dürrî gibi parladı.
41. Ey harîdâr-i hüner sadr-i ahâlî-perver
Sensin eyyâm-i telâfî-i zemân-ı hüsrân
Ey hüner müşterisi, halkı besleyen sadrazam! Sen hüsran vaktinin telâfi günlerisin,
42. Kasd-i ecr ile seni sâim iken medh itdüm
Şevklendirdi derûnundaki nûr-i îmân
Sevap kazanmak için seni oruçlu iken methettim. İçindeki iman nuru beni şevklendirdi.
43. Sende âsâr-i verâ sende nişân-i takvâ
Sende envâ'-i edeb sende sunûf-i erkân
Dine bağlılık alâmetleri sende, Allah korkusu nişanı sende, edebin her türlüsü sende, adabımuaşeretin çeşitleri sende...
44. Her ser-i mûyuna dîbâ-yı vezâret lâyık
Her bir engüştüne bir mühr-i vezâret şâyân
Saçının her teli ucuna bir vezâret kaftanı layık. Her bir parmağına bir vezirlik mührü olsa yeridir.
45. Pôstun sâhibini çekdi kadîmî sadra
Kutbü’l-aktâb-i velâyet mi degül Ahmed Han
Sanki Ahmed Han velilik kutuplarının kutbu değil mi? Kadim baş köşeye postun sahibini çekti.
46. Sadr-i dîvâna şu ârâyişi kim virmişdür
İşte eslâf-i kirâm işte kibâr-i devrân
Divanın baş köşesine bu süsü kim vermiştir? İşte büyük geçmişler, işte zamanın uluları.
47. Tutalum ikisi bir hil'atün eczâsı imiş
Çıkamaz sadr-i girîbâna tırâz-i dâmân
Farz edelim ikisi de aynı elbisenin kısımlarıymış. [Fakat] etek süslemeleri göğüsteki yakaya kadar uzanamaz ki...
48. Tutalum ikisi bir kârda şirketde imiş
Bir midür kesmede sikkîn ile tîg-i bürrân
Farz edelim ikisi de aynı işte ortaklıkta imiş. [Fakat] bıçak ile keskin kılıç, kesmede bir olur mu?
49. Cevher-i saykalı var ikisinün de ammâ
Safha-i âhene âyîne virür mi meydân
Her ikisinin de parlayacak cevheri vardır ama, ayna hiç [parlaklıkta] demir levhaya meydan bırakır mı?
50. Sen harîdâr-ı tefârîk-i kemâl olduğuna
Bu yeter ârif-i âgâha delîl ü bürhân
Kalbi uyanık bir irfan ehline, senin kemali ayırt eden bir müşteri olduğuna delil olarak şu yeter:
51. Yükledüp tâze kumâş-i Haleb-i ma'nâyı
Geldi İstanbul’a şehbender-i mülk-i 'irfân
İrfan ülkesinin bezirgânbaşısı, mananın taze Halep kumaşını yükletip İstanbul’a geldi.
52. Mûcid-i vâdî-i nev muhteri'-i tarz-i cedîd
Mû-şikâf-i kalemi nâdire üstâd-i cihân
Yeni vadinin icatçısı, yeni tarz ortaya koyucu. Kılı [kırk] yaran kalemi[nin] bir eşi daha bulunmayan cihan üstadı.
53. Farzdur rûze gibi mükrem ü mer'î tutmak
Geldi bir kadri büyük zâtı mübârek mihmân
Değeri büyük, zatı mübarek bir misafir geldi; [onu] oruç gibi mükerrem ve itibarlı tutmak farzdır.
54. Şi'r-i yârândan el kesmek içün sârikler
Düzdi teftîşe buyur ustaya kat'î fermân
Hırsızlar dostların şiirinden el kessin diye, hırsızı teftiş için ustaya kesin ferman buyur.
55. Şu'arâdan müteşâ'irleri temyîz eyler
Ayrılur gayri ısırgan dikeninden reyhân
Şairlerden şair geçinenleri ayıklar [da] artık ısırgan dikeninden fesleğen ayrılır.
56. Kaldırım taşları altında birer şâ'ir var
Dâmen âlûde-i çirk-âb-ı dehân-ı hezeyân
Her kaldırım taşı altında eteği, hezeyan [saçan] ağızın pis suyuna bulaşmış birer şair var.
57. Tartılur bulsa Odun İskelesi hammâlı
Bir sebük-magz ağır şâ'ir-i sencîde-beyân
Odun İskelesi hamalı bulsa, bir hafif beyinli, sözü tartan itibarlı şair [olarak] tartılır.
58. Rezm-gâh-i hezeyâna gelicek her birinün
Gürzi var dest-i tasallüfde beşer yüz batmân
Hezeyan [savurma] meydanına gelince her birinin atıp tutma elinde beşer yüz batmanlık gürzleri var.
59. Vezn olındukda devâvîn-i sakîl-süheni
Rûz-i mahşerde neler çekse gerekdür mîzân
Mahşer gününde ağır sözlü divanları tartıldığında terazi neler çekse gerektir.
60. Bu da ammâ sühan erbâbına ihsânundur
Bînevâlar düşeler pâyüne üftân hîzân
Fakat zavallı söz erbabı kimselerin düşe kalka ayağına gelmeleri de onlara bir ihsanındır.
61. Bu da dânâlara bir lutf-i firâvânundur
Ma'rifet semtine ölçümlene şahs-i nâdân
Kendini bilmez kimselerin marifet semtine heveslenmeleri de bilgili kimselere büyük bir lütfundur.
62. Vâ'iz-i müksir-i kürsî gibi bir söz kaldı
Diyelüm sonra du'â eyleyelüm bî-pâyân
Kürsünün sözü uzatan vaizi gibi “Bir söz kaldı!” diyelim, sonra sonsuz dua[lar] eyleyelim.
63. Esb-i hırsı çekerüz âhûr-i istiğnâya
Semt-i cerre boşanur eylesek irhâ-yı 'inân
Hırs atının dizginlerini salıversek cer semtine boşanır [gider, biz onu], istiğna ahırına çekeriz.
64. Kösteği kırsa da ma’zûrdur ol ma'nâya
Köhne pâ-bend-i tevekkülde durur mı hayvân
Hayvan [yani hırs atı] eskimiş tevekkül ayak bağında durur mu! O mana için kösteği kırsa da mazurdur.
65. Kocalıkdan silinüp arpalığı nâçârun
Kaldı ıstabl-i riyâzetde ne arpa ne samân
Çaresizin ihtiyarlıktan [dolayı] arpalığı silinip, riyazet ahırında ne arpa ne saman kaldı.
66. Sâbitâ şimdi mübârek ramazân günleridür
Aç da'vâcı gibi eyleme feryâd ü figân
Ey Sabit! Şimdi mübarek ramazan günleridir. Aç davacı gibi feryat ve figan eyleme.
67. Rûze-i fakr 'akîbinde gelür ‘iyd-i gınâ
Fitre-i vâcibe-i himmete yok mı imkân
Fakirlik orucunun sonunda zenginlik bayramı gelir. Himmetin vacip olan fıtır sadakasına imkân yok mu?
68. Nitekim her sene ziynetle gelüp mâh-i sıyâm
İde her gûşe-i dünyâyı çerâgân-i cinân
Her sene oruç ayının süsle gelip dünyanın her köşesini cennet çerağlarıyla aydınlatması gibi, cömertlik sahibi sadrazamın daima gündüzü bayram ve gecesi ramazanın kadir gecesi olsun.
69. Sadr-i 'âlî-i kerem-kârun ola hemvâre
Güni yâ ü gicesi leyle-i kadr-i ramazân
70. Kendü her fıtr ü her adhâda selâmetde olup
Düşmeni var ise koç başına olsun kurbân
Kendisi her ramazan ve kurban bayramında selâmette olup düşmanı varsa onun koç başına kurban olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder