Ne gamzen ohı kim atsan nişâna irer ey meh-rû



Önbilgi:
Eskiler Allah'a ulaşmak için biri "akıl" diğeri "aşk" olmak üzere iki ayrı yolu tutma konusunda asırlar boyu süregelen bir fikir ayrılığı içerisindeydiler. Daha çok "ulemâ" denen ve hadis, tefsir, fıkıh vb. zahir ilimleri ile uğraşarak kendilerine bir yol seçen medreselilerin aklı tercih etmelerine karşılık; tasavvuf ve tarikat ehli kimseler bu yolun insanı Allah'a götüremeyeceğini, aklın bu sarp yolda topal bir binek hayvanı kadar âciz kalacağını iddia ederek asıl tutulması gereken yolun aşk olduğunu öne sürüyorlardı. Klâsik şiirin sürekli üzerinde durduğu önemli noktalardan birisi, insanı bu esas hedefe ulaştıracak aşkı terennüm etmekti. Yerleşik kanaate göre ilâhî aşkın ilk basamağı -Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn'unda olduğu gibi- bir insanı sevmek olduğuna göre, hedefin ilk merhalesi, insanı . onun güzelliğini övüp yücelten eserler ortaya koymaktı. Bu insan tipinin seçimi yapılırken hemen daima, aşağıdaki eserin son beytinde olduğu gibi âşığa dünyada veya ahirette mutluluk ve saadet verecek bir sultan yahut bir peygamber imajının özellikle tercih edildiği, bütün güzellik unsurları ile övülüp yüceltilen insanın sonunda dönüp dolaşıp böyle bir şahsiyete odaklandığı tespit edilmektedir:

GAZEL
mefâ'îlün mefâ'îlün mejâ'îlün mefâ'îlün

1   Ne gamzen ohı kim atsan nişâna irer ey meh-rû
Yavuz göz görmesin sini ey a Türk-i kemân-ebrû

2    Gönül zülfün 'ukâbınun 'ikâbı çengine düşmiş
Nite kim avda şâhînün düşer minkârına tîhû

3    İ nice şîr-i merdi kim gözün al ıla sayd itdi
Cihânda görmedi kimse bu resme şîr-gîr âhû

4    Yüzün renginden itmişdür şakayık yanağın gül-gûn
Saçun müşkinden olmışdur benefşe 'anberîn gîsû

5    Niçe 'azb olmasun bana şehâ 'ışkun 'azabı kim
Cihanda yoh sinün bigi büt-i hoş-sûret ü hôş-hû

6    Yüzünde hâlüni gördi 'acablayup gönül ey dür
Ki yâ Rab bu gülistana nireden girdi ol Hindu

7     Kadün 'arar saçun 'anber tenün nesrin benün müşkîn
Gözün nerges sözün şekker yüzün lâlâ dişün lü'lü'

8     Eğer büthâneye sinün cemâlün âyeti irse
Deye bütler te'âla'llah ü lâ hallâka illâ hû

9   Bugün çün Ahmedî sinün hevâna âşinâ oldı
Cihan düşmen olurısa ana iy dost ne kaygu

Günümüz Türkçesi:
1     Ey ay yüzlü! Hangi gamze okunu nişana atsan hedefini bulur. Ey keman kaşlı Türk [güzeli], kötü göz seni görmesin.
2     Nasıl çil kuşu avda şahinin gagasına düşerse, gönül [de] saçının kartalının azap pençesine [öylece] düşmüş.
3     Senin gözün hile ile nice erkek arslan avladı. Kimse dünyada böylesi arslan tutan bir ceylan görmedi.                 
4     Gelincik, yanağını senin yüzünün renginden gül rengi etmiştir. Menekşe saçının miskinden [dolayı] amber saçlı olmuştur.
5     Ey padişah! Aşkının azabı bana nasıl tatlı gelmesin ki! Dünyada senin gibi güzel yüzlü ve iyi huylu heykel [gibi bir güzel] yok.
6     Gönül yüzünde benim görünce şaşakaldı ve dedi ki "Ya Rab, bu gül bahçesine o Hintli nereden girdi?"
7     Boyun ardıç, saçın amber, tenin yaban gülü, benin miskli; gözün nergis, sözün şeker, yüzün lâle, dişin inci.
8     Eğer puthaneye senin yüzünün âyeti girse, heykeller "Sübhanallah, ondan başka yaratıcı yoktur" derler.
9     Ahmedî bugün senin aşkınla tanıştı ya; bütün dünya ona düşman olsa dert değil.

Şiirin Şerhi:
1 "Meh-rû" ay yüzlü demektir. Ay nasıl güneşin ışığını yansıtıyorsa, Allah'ın yarattığı en şerefli canlı olan insanın yüzü de ilâhî nurları aksettirme özelliğine sahiptir. İnsanın iç güzelliğinin yüzüne vuracağı şeklinde günümüzde de devam eden bir kanaatin de etkisiyle, güzel insanların nurlu yüzleri böylesine yansıtma özelliğine sahip olan ve nur saçan gökteki aya benzetilmiştir. Bu beyitte de yüzü nurlu sevgiliye hitap eden şair, onun "gamze"sini [= göz ucu ile bakış, göz işareti] atılan bir ok gibi düşünmektedir. Sevgilinin bakışının âşığın gönlünde oluşturduğu heyecanlar, yüzdeki kaşların bir yaya benzetilmesi motifinin de etkisiyle âşığın gönlüne atılan oklar gibi düşünülür. Ancak âşık bu oklardan ve okların gönülde açtığı derin yaralardan asla şikâyetçi olmaz, bunların daha da çoğalmasını ister. İşte böyle bir anlayışın ifadesi olmak üzere; gerek beyaz tenli ve çekik gözlü Türk güzellerinin İran edebiyatında ideal güzel olarak telâkki edilmelerinden kaynaklanan bir klişe benzetmeye uyularak, gerekse Türklerin ok atmadaki olağanüstü hünerlerine bir ima olmak üzere bu beyitte söz konusu edilen "kemân-ebrû" [= keman kaşlı] güzel bir Türk'e benzetilmiştir. Fakat dikkat edilecek olursa şair bu söz konusu "gamze" oklarının gönlü yaralamasından değil, "yavuz" yani kötü bir gözün bu usta nişancıya nazar değdirerek bu bakışların eskisi gibi isabet etmemesinden korkmaktadır. Çünkü sevgilinin göz ucuyla müstağni bir bakışı dahi, onun bakıp iltifat etmemesinden daha iyidir. Âşık gönlünü parçalayan bu bakış oklarının hiç kesilmeden sürekli gelmesini ister. Buna göre dikkat edilecek olursa bu beyitte günümüzde de devam eden nazar değmesi inancına bir işaret vardır. İran edebiyatında "Türk" ırkı hakkında en çok işlenen ve klişe hâline gelerek bizde de benimsenen özelliklerden birisi de kan dökücülüktür. Sevgilinin bakışları nihayet âşığı iyice yemeden içmeden keser ve sonunda ince hastalığa yani vereme yakalanarak ölmesine sebep olur. Gerçek âşıklar her zaman böyle bir ölüm ümit ettiklerinden şair, söz konusu okların sürekli yerini bulmasını istemektedir. Doğu şiirinde Türkler usta silâh kullamcılık ve savaşçılık sembolü olduklarından, beyitte geçen ok, yay, Türk, kan gibi kavram ve imajlar, özellikle birlikte kullanılmışlardır (tenasüp).
2 - Arapçada "ukâb" kartal demektir. Sevgilinin âşığın gönlünü kapıp elinden alan siyah saçlan, edebiyatta zaman zaman avını yerden kapıp götüren bir kartala benzetilir. Arap harfleriyle yazılışları aynı fakat okunuşlan ve anlamları farklı olan '"ukâb" ve '"ikâb" [= azap, eziyet] kelimeleri burada özellikle seçilerek kullanılmışlardır (cinâsıhattî). Doğan, şahin ve kartal gibi yırtıcı kuşların pençelerine "çeng" denir. Şair sevgilinin saçının kendi gönlünde oluşturduğu tahribat ve eziyeti böyle bir pençeye benzeterek; kartal vb. bir alıcı kuşun kaptığı bir avın acziyeti ile, elden giden kendi gönlü arasında bir benzerlik oluşturmaktadır. Tasviri daha da canlı hâle getirmek için de ikinci mısrada bu durumu av sırasında şahinin "minkâr"ma [= gaga] düşen bir çil kuşuna  benzetmektedir. Burada da ilk beyitte olduğu gibi kartal ve şahin her ikisi de yırtıcı birer kuş olmaları; "minkâr" ve "çeng" ise bu kuşlar ile ilgili organlar olmaları bakımından birlikte kullanılmışlardır (tenasüp).  Ayrıca şahin, av ve "tîhû" kelimeleri av ile ilgili unsurlar olmaları bakımından yine aralarında uyumlu kavramlar konumundadırlar (tenasüp).
3 - Bilindiği üzere arslan ve ceylan dünyanın her yerinde değişmez bir kaide olarak biri avcı diğeri ise av konumunda iki canlıdır lar. Şair burada sevgilinin gözünü bir avcıya, ona tutulan yiğitleri ise birer "şîr-i merd"e [= erkek arslan, korkusuz arslan] benzetmekte; ardından da sevgilinin siyah gözleri ile ceylanın siyah gözleri arasında bir ilişki oluşturarak, dünyada "bu resme" [= böylesine] "şîr-gîr" [= arslan yakalayan] bir "âhû" [= ceylan] görülmediğini vurgulamaktadır. Bu beyit eski edebiyatımızda sık sık görülen, fakat en mükemmel ifadesini Yavuz Sultan Selim'e izafe edilen "Arslanlar benim kahredici pençemde titrerlerken, felek beni bir gözü ahuya yenik düşürdü" anlamındaki şu beytinde tutulan arslan, avlayan ceylan motifine güzel bir örnek teşkil etmektedir:

Şîrler pençe-i kahrumda olurken lerzân 

Beni bir gözleri âhûya zebûn etdi felek

4 - Edebî metinlerde yaygın olarak yüz ve özellikle yanaklar renk itibarıyla gül, lâle gibi kırmızı çiçeklere; saç ise güzel kokusu ve kovu rengi sebebiyle "benefşe"ye [= menekşe] benzetilir. Şair bu benzetmeyi âdeta ters çevirerek, "şakâyık"m [= gelincik] gül rengini sevgilinin yanağından kazandığım; menekşenin de '"anberîn" [= amber renkli veya amber kokulu] saçlarını sevgilinin saçmdaki misk kokusunun etkisiyle elde ettiğini öne sürmektedir. Dikkat edilecek olursa burada "şakayık" ve "benefşe" biri "gül-gûn" [= gül renkli] yanağı, diğeri ise '"anberîn gîsû"su [= amber kokulu yahut renkli saç] olan birer şahsa benzetilmişlerdir (teşhis).
5 - Ahmedî kelimelerle oynamadaki maharetini göstermek üzere bu gazelin ikinci beytinde yazılışları aynı fakat okunuşları farklı olan '"ikâb" ve '"ukâb" kelimelerini bir arada kullandığı gibi; burada da kök harfleri aynı olan '"azb" [= tatlı] ve '"azâb" [= azap, eziyet] kelimelerini birlikte kullanmaktadır (şibhiiştikak). Aşk insanın hayatını alt üst etmesi ve eziyet vermesi sebebiyle burada azaba benzetilmiştir. Ancak gerçek âşıklar bu hâlden hiçbir zaman şikâyet etmezler, aksine bu hâl bir tutku ve alışkanlık hâline geldiğinden onlara tatlı gelir. Azap deyince ilk akla gelen şeylerden birisi de cehennem azabıdır. Böyle bir çağrışımın etkisiyle ve puta tapanların cehennem azabına uğratılacakları inancına da bir imada bulunmak üzere şair, ikinci mısrada sevgiliyi "büt-i höş-sûret ü höş-hû" [= iyi huylu ve güzel yüzlü bir heykel] olarak tarif etmektedir. Açıkça söylememekle birlikte eğer yarın ahirette bu hareketinden yani bir puta bağlanmasından dolayı azaba uğratılacaksa, bu azabın dahi kendisine "azb" [= tatlı] geleceğine bir imada bulunmaktadır.
6 - Edebî metinlerde sevgilinin gül renkli yanakları sebebiyle yüzü çoğu zaman bir "gülistân"a [= gül bahçesi]; yüzündeki "hâl"i [= ben] ise koyu rengi sebebiyle hemen daima esmer tenli bir ırk olan Hintlilere benzetilir. Şair sevgilinin yüzündeki beni kişileştirerek (teşhis) onu gül bahçesine giren bir Hintliye benzetmektedir. Ben ile Hintli ilişkisi aynı zamanda Hintliler arasında günümüzde de devam eden sun'î ben yapma geleneğine bir imada bulunma amacına yöneliktir. Fakat asıl sebep Hintlilerin edebî metinlerde 'hırsızlık' sembolü olmasından kaynaklanmaktadır. Sevgilinin gül bahçesini andıran yüzündeki beni gören şair, gönlünü düşünen ve konuşan bir şahıs gibi göstermekte ve ona sanki gerçeği bilmiyormuşcasma (tecahülüarifane) bu Hintli hırsızın söz konusu bahçeye ne reden girdiğini sordurmaktadır.
7 - Dağ servisi yahut ardıç ağacı demek olan '"ar'ar" edebiyatta güzel ve mütenasip boy için benzetme unsuru olarak kullanılagelmiştir. Şaç güzel kokusu sebebiyle ambere; ten ise beyazlığı sebebiyle "nesrîn"e [= yaban gülü] benzetilmiştir. Benin "müşkîn" [= misk kokulu] oluşu, eskilerin misk veya amberi bir çeşit reçine ile karıştırıp yüzlerine yapıştırmak suretiyle yaptıkları sun'î benler sebebiyledir. Bu benler o günün anlayışına göre yüze bir güzellik kazandırdığı gibi, hoş bir koku saçtıklarından edebiyatta ben daima "hâl-i miskîn" [= misk kokulu ben] şeklinde geçer. Gözün nergise benzetilmesi, bu çiçeğin ortasının (bk. res. 5) âdeta bir göz biçimini andırmasından kaynaklanmaktadır. Sözün şeker olarak tarif edilmesi, övülen şahsın tatlı sözlerine imada bulunmak içindir. Parlak anlamına gelen ve "lü'lü"' [= inci] ile birlikte bir ses uyumu oluşturmak üzere daha çok "lü'lü'-i lâlâ" [= parlak inci] terkibi ile kullanılan "lâlâ" kelimesi aynı zamanda bir bitki ismi olarak beyit içinde geçen arar, nesrin, nergis gibi isimlerle uyum oluşturmaktadır.
8 - "Âyet" Kur'an surelerini meydana getiren bölümlerin her birine dendiği gibi asıl anlamı, delil ve kanıt demektir. Dinî bir tabir olarak Allah'ın varlığına delâlet eden her şey bir ayettir. Burada sevgilinin yüzü bir ayete benzetilmekte ve "Eğer senin yüzünün ayeti "büt-hâne"ye [= içinde heykeller bulunan tapmak] girse, -değil orada bulunanlar- heykeller dahi "te'âlallah" [= maşallah, sübhanallah] derler" denmektedir. Bilindiği üzere kilise vb. tapmaklarda bol miktarda heykel ve resimler bulunduğundan Müslümanlar buralara puthane derler. Gerek Eski Yunan ve Roma heykellerini, gerekse o devir kiliselerinde bulunan heykelleri gören Müslümanlar için yabancısı bulundukları bu eserler, dinin yasaklamasına rağmen son derece ilgi çekici ve hoşa giden bir yapıya sahiptiler. Mütenasip vücut yapıları ve birbirinden ince işlemeleri sebebiyle hayranlık uyandıran bu eserler, edebiyatta "put kadar güzel" şeklinde yaygınlaşan bir benzetme kalıbım oluşturmuştur. Ahmedî güzelliği sebebiyle sevgiliyi puta benzeten diğer şairleri aşarak, putları sevgilinin güzelliğine hayran olarak tasavvur etmekte ve onlara bu ayeti görünce "lâ hallâka illâ hû" [= Allah'tan başka yaratıcı yok] dedirtmektedir. Cami duvarlarına ayetler yazılır veya asılır, buna karşılık kiliselere resim ve heykeller konur. Dikkat edilecek olursa şair, ayet ve put gibi bu bakımdan sembolleşen iki farklı unsuru karşılaştırmakta ve sevgilinin yüzünü öne sürerek ayeti puta üstün getirmektedir. Bu beytin anlamına uzak olmakla birlikte, yüz ve ayet arasındaki bir diğer ilişki, her ikisinde de "hat" [= 1. yazı, 2. yüzdeki tüyler] bulunması sebebine dayanmaktadır. Beyitte geçere "te'âl'allah" ibaresi aslında Allah yüceltsin anlamına gelmekle birlikte Türkçede daha çok hayret ve takdir ifade eden "sübhanallah" ve "maşallah" anlamında kullanılmış görünüyor.
9 - "Hevâ" aşk ve tutku demektir. "Âşinâ"nın bir anlamı günümüzde kullanıldığı gibi tanıma veya tanışma, bir diğer anlamı ise yüzmedir (tevriye). Dolayısı ile Ahmedî bu ifadesi ile sevgiliye olan aşkının bir deniz kadar geniş ve derin olduğunu da vurgulamış olmaktadır (kapalı istiare). Bu beyitle, serin matla beytinden itibaren kendisine sevgi beslenen ve bu sebeple sürekli yüceltilip övülen insanın yani sevgilinin bir anda öyle alelade bir kimse olmadığı vurgulanmaktadır. Bu öyle bir sevgilidir ki kendisine bağlanıldığında artık bütün dünya ona düşman da olsa âşık için dert değildir. Görüldüğü üzere burada insanın dünyasını kurtaracak bir sultan yahut kendisine bağlanıldığında insana mutlak ve ebedî saadeti verecek bir peygamber imajı çizilmekte ve gazelin ilk beytinden beri tasvir edilen güzelin hüviyeti hakkında ipucu oluşturabilecek bir çağrışım geliştirmektedir. Bu sayede eser bir anda dinî ve siyasî bir yapı arz etmekte ve her meşrepte okuyucuya hitap edebilecek bir çehreye bürünüvermektedir.

Kaynak: Ahmet Atilla Şentürk, Osmanlı Şiiri Antolojisi

Yorumlar

Yorum Gönder