Çîn-i zülfün miske benzettim hatâsın bilmedim


1. Çîn-i zülfün müşke benzetdüm hatâsın bilmedüm
Key perîşân söyledüm bu yüz karasın bilmedüm

2. Ben kara toprağ idüm cân verdi bûyundan sabâ
Hey ne cân-perver kıyâmet dil-rübâsın bilmedüm

3. Kad kıyâmet gamze âfet zülf fitne hat belâ
Âh kim ben hüsnünün bunca belâsın bilmedüm

4. Dün tabîbe derd-i dilden bir devâ sordum dedi
Gam yemeden özge bu derdün devâsın bilmedüm

5. Cânıma bir merhabâ sundı ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrun merhabâsın bilmedüm

6. Kadd-i dil-dârun hevâ-dârı değilse zülf-i yâr
Her kademde n'içün öper hâk-i pâsın bilmedüm

7. Kasdı hâk etmek değilse ömrini âşıklarun
Ayağa n'için salar zülf-i dü-tâsın bilmedüm

8. Ben kemân-ı vasluını çekmek dilerdüm dilberün
Hecr hükm-endâz imiş tîr-i kazâsın bilmedüm

9. Sidreye benzetdigüm 'ayb etme cânâ kaddüni
K'anı benzetmekde bundan müntehâsın bilmedüm

10. Çün cihândan yeğ bilür ma'şûk sırrın âşıkun
Pes neden dinler rakîbin iftirâsın bilmedüm

11. Hâk-i pâyün açtı dil çeşmin ki gördüm hüsnüni
Nice cevherdendür anun tûtiyâsın bilmedüm

12. Çün tabîb-i la'lüne anber satar hindû benün
Yâ neden bekler lebün dârü'ş-şifâsın bilmedüm

13. İçi yandığından ağlar şem'-i meclis hâlime
Yâr oda n'için yakar ben mübtelâsın bilmedüm

14. Bana dilberden inâyet istemen ey dostlar
Sanmasın düşmen beni kadr-i cefâsın bilmedüm

15. Nâmeye nâmın yazarken gitti aklum âh kim
Nice yazdıum ruk'a-i medh ü senâsın bilmedüm

16. Kaçtı Ahmed hışm-ı çeşmünden velî bir kimseye
Sâye-i zülfünden özge ilticâsın bilmedüm

Günümüz Türkçesi:

  1. Saçının kıvrımını miske benzettim, hatasını bilmedim. Çok karmakarışık söz söyledim, bu yüz karasını bilmedim.
  2. Ben kara toprak idim, sabah rüzgârı kokunla [bana] can verdi. Hey ne can bağışlayan kıyamet [gibi] bir dönül çekici güzelsin, bilmedim.
  3. Boy[un] kıyamet, gamze[n] âfet, saç[ın] fitne, ayva tüyleri[n] belâ! Ah ki ben bu güzelliğin bunca belasını bilmedim.
  4. Dün tabibe gönül derdi için ilaç sordum. Gam yemekten başka bu derdin ilacı yoktur, dedi.
  5. Ezelde sevgilinin gözü canıma bir "merhaba" sundu. Öyle sarhoş oldum ki başkasının merhabasını bilmedim.
  6. Eğer sevgilinin saçı, sevgilinin boyuna âşık değilse her adımda niçin ayağının toprağını öper, bilmedim.
  7. [Sevgilinin] niyeti âşıkların ömrünü toprağa vermek (=defnetmek) değilse iki saç telini neden ayağa salar, bilmedim.
  8. Ben sevgilinin vuslat yayını çekmek isterdim. Ayrılık mahir bir okçuymuş, kaza okunu bilmedim.
  9. Ey can, boyunu Sidre'ye benzettiğim için beni ayıplama. Çünkü onu benzetmekte bundan ötesini bilmedim.
  10. Sevgili, âşığın sırrını herkesten iyi bildiği hâlde neden rakîbin iftirasını dinler, bilmedim.
  11. Ayağının toprağı gönül gözümü açtı ve [böylece] güzelliğini gördüm. Onun [=ayağının] sürmesi nasıl bir cevherdendir, bilmedim.
  12. Hindu [=siyah] benin la'l [gibi kırmızı] dudağının tabibine anber sattığı hâlde niçin dudağının şifahânesini[n önünde] bekler, bilmedim.
  13. Meclisteki mum [bile], hâlime içi yandığından ağlar[ken], sevgili ben mübtelâsını niçin ateşlere atar, bilmedim.
  14. Ey dostlar, bana sevgiliden lütuf istemeyin. Düşman beni, [onun] cefasının kıymetini bilmedim sanmasın.
  15. Mektuba adını yazarken aklım gitti. Yazık ki onun övgüsünün mektubunu nasıl yazdım, bilmedim.
  16. Ahmet, gözünün öfkesinden kaçtı fakat saçının gölgesinden başka [bir yere] sığındığını bilmedim.

Notlar:

  1. Çîn kelimesi "kıvrım, büklüm" anlamının yanı sıra bir ülke adıdır. Hatâ kelimesinin de Hıtâ (Doğu Türkistan) ile yazılışı aynıdır. Aynı zamanda miskin elde edildiği ceylanlarıyla meşhur bir bölgedir. Dolayısıyla, doğrudan bu anlamlar kastedilmemiş olsa da, bu anlamlara yoğun göndermelerin olduğu bir çağrışım ağı vardır (îhâm-ı tenâsüp). İkinci mısradaki perîşân (dağınık) ile zülf (saç) arasında da benzer bir anlam ilişkisinden bahsedilebilir. Zira şair perîşânlığı kendi sözlerinin bir sıfatı olarak kullanmakla birlikte bu kelime saçın da vasıflarından biridir. "Yüz karası", siyah saçın yüzü örtmesine telmihte bulunur. Aynı zamanda kesretin vahdeti örtmesi, onu perdelemesi anlamındadır. Misk güzel kokusu ve siyahlığıyla bilinir. O hâlde "yüz karası" olarak nitelenen saçla miskin siyahlığı arasında da bir münasebet vardır.
  2. Can-perver, can besleyen, can yetiştiren anlamlarında Farsça bir tamlamadır. "Can bağışlayan kıyamet" ifadesinde ölülerin dirilmesine örtük bir işaret olarak düşünülebilir (mazmun).
  3. Kıyamet ile kâmet (boy) ve kıyâm (ayağa kalkmak) kelimeleri aynı köktendir. Dolayısıyla kıyamet ile boy arasındaki bu münaset, iki kavram arasında bağdaştırmaya temel teşkil eder. Gamze yani sevgilinin bakışı hançere benzetilir ve âşığın canını alır, bu yüzden âfettir. Saç dağınıklığı ve karmaşıklığı sebebiyle fitnedir. Keza saç kesreti yüzün ise vahdeti temsîl etmesi ve kesretin vahdeti perdelemesi fitne olarak görülmesiyle uyumludur. Ayva tüyleri de kesret sembolüdür ve belâ olarak nitelenmiştir.
  4. Ezelde sunulan şarapla "elest bezmi"ne telmih vardır.
  5. Sevgilinin saçının toprağı öpmesinden, saçının çok uzun olduğu anlaşılıyor (kinaye). Keza uzunluğundan dolayı yere sürünmesi, sevgilinin ayağının değdiği toprağı öpmesi olarak tasavvur olunuyor (hüsn-i ta'lîl).
  6. Tevriyeli bir şekilde Sidretü'l-Müntehâ'ya telmihte bulunulmuştur.
  7. Sevgilinin ayağını bastığı toprak âşığın gözü için sürmedir. Sürmenin görüş gücünü artırdığına inanılır.
  8. La'l ile dudak kastedilmektedir (istiare). Dudak ise önce tabîbe, ikinci mısrada ise şifahaneye benzetilmiştir (teşbih). Klasik şiirde sevgilinin dudağı ölülere can verici olarak tasavvur edilir ve bu sebeple Hz. Îsâ'yla ilişkilendirilir. Zira Hz. Îsâ'nın mucizelerinden biri de nefesiyle ölüleri diriltmesidir. Siyahlığından dolayı ben anbere benzetilmiştir. Anber, güzel kokusunun yanında eskiden bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktaydı. Ben'in zaten tabip olan dudağa anber satması "tereciye tere satma" tabirini akla getirmektedir.
  9. Mumun ağlamasından maksat, mumun yanarken erimesi ve gözyaşı akmasıdır.

Günümüz Türkçesi ve notlar: Emrullah Yakut

Yorumlar