Egerçi yirüm uçmakdur bezenmiş kasr-i nûrânî



Önbilgi:
Anadolu Beylikleri devresinde ilim adamlarını ve şairleri himaye edip ödüllendiren saray çevrelerinin bu geleneği büyük devlet olma hedefinde ilerleyen Osmanlı sarayı tarafından önemli ölçüde benimsendi. Dağılan beyliklere hizmet veren şairler birer birer Osmanlı hükümdarlarının himayesine giriyor ve belki en parlak devresini Fatih'in saltanat yıllarında yaşayacak bir ilim ve edebiyat çevresinin temelleri bu dönemde atılmaya başlanıyordu. Şeyhoğlu da Germiyanoğlu Süleyman Şah'm 1388'de ölümü üzerine onun için yazdığı Hûrşîd-nâme'yi Kütahya sancakbeyi Yıldırım Bayezid'e sunarak Osmanlı sarayına bağlanmıştı. Kim için yazıldığı açıkça bilinmeyen aşağıdaki eser, şairin hükümdarına olan derin sevgi ve bağlılığını ve bir gün huzura kabul edilmesi ümidini işlemektedir.

GAZEL
1 - Egerçi yirüm uçmakdur bezenmiş kasr-i nûrânî
Çü dîzârını görmezven tamudur n'eylerem anı

2 - Eger şehr ola ger gülşen cemâlünsüz safâ virmez
Niçeme hûb ise ziştdür beden kim olmaya cânı

3 - Se'âdet güneşi sensin ki şu'len külli devletdür
Kime kim irişe nûrun irişür ferr-i Sübhânî

4 - Tapunla ögrenen kimse tahammül kılsa hicründen
Degüldür âdemî v'allah ko gitsün degme hayvânı

5 - İlâhî şâhumun ömri hemîşe müstedâm olsun
Ola bir gün ki ben kula kıla vaslından erzânî

6 - Senünle bu fenâ dünyî bugün Firdevs-i a'lâdır
Veger sensüz ola yarın gerekmez hûr u Rızvânı

7 - Visâl isterse Şeyhoglı firâka sabr idegörsün
Karanlukda bulmışdur bilün Hızr âb-ı hayvânı

Günümüz Türkçesi:
1 - İsterse yerim ışıldayan köşklerle bezenmiş cennet olsun, eğer senin yüzünü görmüyorsam [bana] cehennemdir, onu ne yapayım!
2 - İster şehir isterse gül bahçesi olsun, eğer yüzün yoksa [orası bana] mutluluk vermez. Beden ne kadar güzel olursa olsun canı olmayına çirkindir.
3 - Mutluluk güneşi sensin; ışığın bahtiyarlığın ta kendisidir. Kime nurun değerse ona ilâhî aydınlık erişir.
4 - Yanında bulunmaya alışan kimse ayrılığına dayanabiliyorsa vallahi adam değildir; hayvanı ko gitsin, elleme.
5 - Allahım, padişahımın ömrü hep dâim olsun. Belki birgün ben kuluna vuslatını uygun görür.
6 - Bugün bu fanî dünya seninle yüce Firdevs cenneti gibidir; eğer yarın sensiz olacaksa huri ve Rıdvanı gerekmez.
7 - Şeyhoğlu vuslat istiyorsa ayrılığa sabretmeye devam etsin. Hızır hayat suyunu karanlıkta bulmuştur.

Şiirin Şerhi:
1 - Şairler tarafından yaşanacak en mükemmel mekân sembolü olarak işlenen cennetin, sevgilinin bulunmaması hâlinde bir cehenneme dönüşeceği mübalâğası, dinî akideler açısından tehlikeli bir söz olmasına karşılık çok eskiden beri işlenip tekrarlanmış bir ifadedir. Tabii burada Şeyhoğlu "egerçi yirüm uçmakdur" [= yerim cennet dahi  olsa] ifadesiyle aslında 'dünyada yaşadığım yer cennet gibi güzel olsa dahi' anlamını da ifade ettiğinden söz bu şekilde yorumlanarak şair, "n'eylerem anı" [= onu ne yapayım!] gibi bir ifade ile cenneti hafife alma şeklinde dinen küfre girmeye sebep olabilecek ciddî bir suçtan kurtulacaktır. "Dîdâr" yüz yahut yüz güzelliği; "tamu" ise cehennem demektir. Böyle bir ifadenin amacı söz ve mana inceliklerini anlamayan kaba sofu kimselerin öfkelerini kabartmak olduğu gibi, o devir için son derece tehlikeli olan bu gibi sözlerin sınırlarına teğet geçme şeklindeki bir hüner gösterisidir. Aynı zamanda şair aşk derecesinde bir sevgi ile bağlandığı hükümdarına karşı duyduğu hisleri dile getirmiş olmaktadır. Tabii bu derece hayatî tehlike arz eden bir söz için yukarıdaki yorum yeterli bir tevil olarak görülmeyebilir. Bu bakımdan şairin bu sözü söylerken güvendiği diğer bir dayanak, cennete girecek Müslümanların Allah'ı görüp göremeyecekleri yolunda asırlar boyu süren tartışmadır. Şair sarf ettiği sözden dolayı küfürle itham edildiğinde "Ben yarın cennette Allah'ın cemalini göremeyeceksem, köşklerle bezenip süslenmiş cenneti ne yapayım demek istedim." şeklinde bir cevapla kendini kurtarabilecek bir tevili çoktan hazırlamıştır. Cennet köşkleri için "kasr-i nûrânî" [= ışıltılı kasırlar] terkibinin kullanılması, bu köşklerin içindekini gösterecek derecede şeffaf ve değerli mücevherler yahut billurdan inşa edilmiş olacağı şeklindeki inanç ve rivayetlerden kaynaklanmaktadır.
2 - Şehirler tarih boyunca iyi ve güzel yaşamak için şehir dışında yaşayan insanların ilgisini çekmiş ve onlar için birer hedef teşkil etmişlerdir. Şairin burada "gülsen" [= gül bahçesi] ile "şehr"i [= şehir] safa veren birer mekân olarak ifade etmesi onun bu kanaatini açıkça yansıtmaktadır. Eğer sevgilinin "cemâli" [= yüz güzelliği] yoksa, o şehir yahut gül bahçesinin hiçbir "safâ"sı [= neşe, zevk] kalmayacaktır. İkinci mısrada niçin böyle düşünüldüğünün cevabı verilmiştir: Nasıl bir beden ne kadar güzel olursa olsun eğer "cân"ı [= can, ruh] yoksa o artık bir cesettir ve hiçbir çekiciliği kalmamıştır; sen de şehrin ve gül bahçesinin ruhu gibisin, sen olmazsan buralar kuru bir ceset gibi kalır.  "Gülsen" ve "şehr" kelimeleriyle "cemâl" arasındaki ilişki; yüzün gül gibi yanaklar sebebiyle gül bahçesine benzetilmesi ve "şehr" kelimesinin çok uzak anlamının ay demek oluşu bakımından ay ve parlak yüz ilişkisine imada bulunma düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Aslında "şehr" gökteki ay değil takvim ayı olan ortalama otuz günlük bir zaman dilimi olmakla birlikte, Türk şairlerinin yüz ile bu kelime arasında sürekli ilişki kurmaları çok sık rastlanan söz ve hayal oyunlarındandır.
3 - "Devlet" kelimesinin günümüzde yaygın olarak kullanılan anlamından başka bir de 'bahtiyarlık' ve 'saadet' anlamı vardır. Şair methettiği hükümdarı mutluluk güneşine benzeterek onun "şu'le"sinin [= ışık] ulaştığı yerleri "devlet" olarak tarif ediyor. Dolayısıyla bu ifadeye göre sevgiliye yahut hükümdara yakın bulunmak, saadet ve bahtiyarlığın ta kendisi olacaktır. Aynı şekilde o devirde çok yaygın ve yerleşik bir kanaati simgeleyen "es-Sultân zıllullahi fi'l-arz" [= Padişah Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir] sözüne bir ima olmak üzere onun güneşinin ışığının değeceği yere, dolaylı olarak
"Sübhânî" [= Allah'a mahsus] nurun da ulaşmış olacağı iddia edilmektedir.
4 - Türkçedeki kök anlamı itibarıyla "öğrenmek" fiili, 'alışmak' anlamına gelir. "Tapu" büyük bir kimsenin katı ve huzuru veya yüce şahsiyeti yahut hizmeti demektir. Bu bakımdan beyitteki "tapu" ile "öğrenmek" ifadesi, bir kimsenin huzurunda veya hizmetinde bulunmaya alışmak yahut yüce şahsiyetinin yakınında bulunmayı alışkanlık hâline getirmek anlamına gelir. Şaire göre bu duruma alışan bir kimse eğer sevgilinin "hicr" yahut "hecr"ine [= ayrılık] dayanabiliyorsa "ademî" [= insan] olamaz, ancak hayvan olabilir. Buradaki "değme" kelimesi bir yere doğru giden hayvana engel olma anlamındaki "değmek" [= dokunmak, sataşmak] fiilinin olumsuz hâli olduğu gibi, aynı zamanda bir sıfat olarak "seçkin" anlamına da geleceğinden, ibarede hicvedilen kişiye aynı zamanda "seçmece hayvan" denilmek suretiyle hakaretin dozu yükseltilmiş olmaktadır. Fakat ifade öylesine esnek kullanılmıştır ki "hayvan" kelimesi, bir diğer anlamı olan 'canlı' karşılığında değerlendirildiğinde bu
hakaret ifadesi bir anda kayboluvermektedir.
5 - Bu beyitteki "şâh" [= padişah] kelimesi Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın lâkabının "Şah Çelebi" olması sebebiyle bu gazelin onun için yazılmış olabileceğini akla getirmekle birlikte kelime esas itibarıyla 'hükümdar' demek olduğundan, mutlak bir hüküm vermeye yeterli delil oluşturamaz. Aynı şekilde eserin Yıldırım Bayezid'e yahut şairin himayesini gördüğü başka bir devletliye sunulmuş olması da ihtimal dahilindedir. Daha çok bol ve 'ücretsiz' anlamına gelen "erzânî" kelimesi ile oluşturulan "erzânî kıl-" fiili burada 'uygun gör-' anlamında kullanılmıştır. Şair bir gün padişahın kendisinin "vasl" yani kavuşmasını uygun göreceği ümidindedir ve bu yüzden padişaha uzun ömürler dilemektedir. Bu ifadenin diğer bir anlamı, ne kadar uzun olursa olsun padişahının ayrılığına sabredeceğini ve aşkında sebat edeceğini ima etmektir.
6 - Eskiler o devrin şehircilik anlayışı çerçevesinde cenneti, kale gibi iç içe surlarla çevrili ve ortaya doğru gittikçe yükselen ve güzellikleri artan sekiz surlu çok büyük bir şehir gibi düşünüyorlardı. Eski metinlerde "cennet-i a'lâ" [= en yüksek cennet] veya burada olduğu gibi "Firdevs-i a'lâ" [= Firdevs'in en yücesi] gibi tanımların sebebi biraz da buradan kaynaklanıyor olsa gerektir. "Firdevs" mutlak anlamda 'cennet' demek olmakla birlikte, cennetin yukarıda tarif edildiği şekliyle düşünülen altıncı bahçesinin de ismidir, işte şair bu "fena" [= 1. kötü, 2. fâni] dünyanın (tevriye), sevgilinin içinde bulunması sebebiyle cennet gibi olduğunu iddia etmekte; ardından da aynı mantıktan hareketle eğer sevgili yarın, yani bundan sonra bu dünyada -yahut öbür dünyada- bulunmasa "hûr" [= huri] ve "Rıdvân"ın [= cennet bekçisi olan melek] gereksiz olacağını öne sürmektedir. Gazelin matla beytinde olduğu gibi, iman ve akait açısından son derece tehlikeli ve o günün geçerli hukukuna göre suç teşkil eden bu söz de tevil ve yorumlara açık bir yapı arz etmektedir. Çünkü sözü edilen huri ve Rıdvan'ın bu dünya cennetinin mensupları yani dünyadaki güzeller mi, yoksa gerçek cennetin mensupları mı oldukları tam olarak açıklık ifade etmeyecek şekilde kullanılmıştır.
7 - Beşinci beyitteki ayrılığa sabretme ifadesi bu beyitte de bir başka şekilde tekrarlanmakta; eğer "visal" [= vuslat, kavuşma] isteniyorsa "sabr" [= sabır, sebat, tahammül] etmeye devam gerektiği belirtilmektedir, ikinci mısrada bu durum bir örnekle tarif edilmekte: Hızır'ın "âb-i hayvân"ı [= hayat suyu] karanlıkta bulması gibi... Dikkat edilecek olursa bu ifade ile dolaylı olarak gazelin sunulduğu şahıs hayat suyuna benzetilip övülmekte, aynı zamanda bu şahsın ayrılığının da karanlığın ta kendisi olduğu bir kere daha ifade edilmiş olmaktadır.

Kaynak: Ahmet Atilla Şentürk, Osmanlı Şiiri Antolojisi

Yorumlar

  1. Ayrıntılı inceleme için çok teşekkürler,emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder